Londra’da okurken çarşambaları Courtauld Galeri öğrencilere bedavaydı. Ben de neredeyse her çarşamba yolumu bir şekilde buraya düşürür, hiç olmadı eve dönerken açıksa bir uğrayıp çıkardım. Sebebi ise bir tabloydu. Aşık olmuştum…
Mevzu bahis tablo Manet’nin Folies-Bergère'de Bir Bar tablosu. Sonrasında bu tablo üzerine iki makale yazdım, hayranlığım hiç bir zaman bitmedi. Belki Manet’nin her tablosunu sevdim ama onun üstüne kimse geçemedi. Sebebi ise içindeki oyunlar. Bu tablo sayesinde ilk defa bir ressamla karşı karşıya gelmiş, onun bana seslendiğini, yarattığı oyundan keyif aldığını, benimle hınzırca uğraştığını hissettim.
Şimdi ise kadın sanatçılar üzerine bu denli araştırmalara dalmışken bu eski aşkımla tekrar bir araya gelmeli, kazandığım yeni göz ile ona bakmalı, Manet’yi haddim olmadığını düşünerek eleştirmem gerektiğini hissediyorum. Ama önce neydi beni bu tabloya çeken, Manet ne oyunlar peşindeydi onlara birlikte bakalım.
Anlatacak çok şeyim olduğu için ilk posta Manet, ikinci posta ise feminist perspektif üzerine olacak. Hazırsak başlıyorum :)
Burada bahsedeceklerim çoğunlukla Foucault’nun 1971 yılında Tunus’ta verdiği bir konferansa dayanıyor. Öncelikle şunu söylemek isterim, Foucault Manet’yi bir birey olarak değil sanki tarihsel bir olay olarak ele alıyor. Ondan öncesi ve ondan sonrası var. Foucault’ya göre Manet ile modern sanat başlıyor. Çünkü Manet, kendinden önceki geleneğin sınırlarını ortaya çıkarak tarihte bir kırılma yaratıyor. Bunu da çok zekice oyunlarla yapıyor. Nasıl mı?
Önce biraz inceleyelim bu tabloyu. Bizimle doğrudan göz kontağı kuran bir kadın. Yüz ifadesi başlı başına makale konusu. Arkada bir kalabalık…kalabalığı bir aynadan görüyoruz. Ama bir dakika arkadaki aynaysa o zaman kadının yansıması neden sağ tarafta? Bu adam nerede duruyor da biz onu aynadan görüyoruz? Adam kadını karşıdan görüyorsa biz adam mıyız? Yoksa o adam ressam mı? Neler oluyor?
Manet’nin döneminde karmaşa yaratan tek eseri bu değil. Yani çok ilginç bir adam. Rahat duramayan bir tip Manet. İzlenimci akımına mensup ama onlardan da kesinlikle ayrıştığını düşünüyorum. İzlenimci tablolar bence günümüzde göze hitap ettiği için keyif alarak izlediğimiz tablolara dönüştü. Halbuki Manet dönemini rahatsız etmek ve sorgulatmak için yapıyor bur resimleri.
Sevgili Foucault der ki, 15. yüzyıldan beri geleneğin yapmaya çalıştığı şey, resmin iki boyutlu olduğunu izleyiciye unutturmak. Çeşitli illüzyonlar yapılır mesela kilisede öyle bir yere asılır ki gelen güneş ışığı tablodaki güneş ışığının devamı gibidir. Ya da konusuyla bütünlüğüyle sorgulatmaz sizi, görmeniz gereken her şeyi tablonun içinde görürsünüz. Aslında baktığımızda tek bir açıdan görebildiğimiz iki boyutlu bir sanattan bahsediyoruz.
Manet ise bambaşka bir yerden yaklaşıyor resim sanatına. Sadece işlediği konu ile değil tuvali bir materyal olarak ele alıyor. Bunu ondan önce yapan yok ve o yüzden de Manet kendinden sonraki sanatı mümkün kıldı deniyor. Hemen açıyorum ne demek istediğimi.
Manet tablonun 2 boyutlu oluşunu bir oyuna çeviriyor ve sanki 3 boyutluymuş ama izleyici olarak bizler göremiyormuşuz gibi davranıyor. Biraz örneklerle anlatayım.
Opera’da Maskeli Balo tablosuna bakalım mesela. Tablo öyle bir yerde kesilmiş ki aslında sahne yukarıda devam ediyor. Ve bizim izleyici olarak yukarıyı görebilmemizin tek yolu tablonun içine girebilmek. Üst kattan gözüken ayaklar, özellikle kırmızı pabuçlar dikkatimizi çekiyor. Ne kadar istesek de bizden gizlenen o kısmı göremiyoruz. Çok benzer bir oyun ilk göstediğim tabloda da var. Hemen yukarı çıkıp bakın sol köşeden sallanan ayaklar bize göremediğimiz ama devam eden hikayenin ip ucunu veriyor. Kanvası bir materyal olarak nasıl zekice kullandığının örnekleridir bunlar. Döneminde Manet’ye şöyle bir eleştiri yapılmış çok hoşuma gitti:
“Söylemek istediği bir şey olduğu kesin, ama Manet seyirciyi bekleme halinde bırakmak istermişçesine, söylemeyi reddediyor”.
Bir örnek daha. Tren İstasyonu tablosu. Bakın biz seyirciler yine aciz konumdayız. Kadının çok net bir bakışı var. Odaklandığı şeyi ya da kişiyi görmemiz imkansız. İnsana arkasını dönme hissiyatını yaratıyor. Küçük kız ise başka bir açıya bakıyor ama orası da dumanlarla kapanmış. Kızın yanına gidip bakmadığımız müddetçe göremeyeceğimiz bir yere bakıyor. Vakıf olamadığımız bu iki bakış açısı da Manet’nin kasıtlı bir oyunu. Tablonun sınırları dışında, görmemiz gereken ama bizden gizlenen bir şeyler var. Sadece görsel olarak güzel bir resim diyip geçmemek lazım. Tablonun yani kanvasın sınırlarını görünür kırıyor ve bunu sanatının bir parçası haline getiriyor. Bu hareketiyle de kendinden önceki gelenekle bağını koparıyor. İnanılmaz.
Şimdi ilk tablomuza yani benim platonik aşkıma geri dönelim. Bu o kadar katmanlı bir resim ki aslında. Yabancılaşma, modern şehir hayatı üzerine çok fazla okuması yapılıyor.
Yazının başında bazı sorular sormuştum. Aynada yansıması gözüken bu adam kim? Tablonun tam karşısına geçtiğiniz zaman yansımanız kadının arkasına düşmesi lazım. Ama yansıma sağda. Sanki iki farklı bakış açısını görüyoruz tabloda. Aslında Manet burada izleyiciyi de işin içine katıyor. Normalde tablolarda sadece ressamın perspektifinden görebiliriz her şeyi. Resim sanatının bu limitini hem gözler önüne sermek hem de zorlamak adına ikinci bir bakış açısını tabloya dahil ediyor. Bizi ressamın perspektifine hapsolmaktan kurtarıyor. Artık karşımızdaki bu tabloyu farklı bakış açılarından izleyebiliriz.
Dediğim gibi bu tablo üzerine 5 sene arayla iki makale yazdım. Ama hiç kadın meselesi üzerinden yazmadım. Zamanı 30lu yaşlarımmış sanırım. Bu tablo beni aktif bir izleyici olarak hissettiren ilk tablo. Ancak tabloda benim bakışıma yer verilse de o bakış bir erkeğin bakışı. Tabii ki dönemine göre incelediğimizde yansımadaki kişi bir kadın olsaydı Manet anlatmak istediğini aynı şekilde anlatamayabilirdi. Belki beni bu tabloya bu kadar çeken şeylerden biri de kendimi orada bir erkek olarak görmem. Yani rahatsız ediyor beni. Hem varım hem yokum gibi hissettiren bir izleyici deneyimi :)
Halbuki o dönemde de bakan, izleyen, gördüğünü resmeden kadınlar var. O dönemde kadınlar için en büyük dezavantajlardan biri kamusal alanda erkekler kadar bulunamamaları. Ancak bunun sınırlarını aşan, kendi bakış açılarını dünya ile paylaşan kadınlar var. Hatta bunlardan bir tanesi Manet’nin çok yakın çevresinden biri.
Manet’nin yaptığı her oyunu çok sevsem de kadınları sadece tablonun ilham perisi, kitleleri rahatsız etmek için kullanılan bir başrol (bakınız Kırda Yemek ya da Olympia tabloları) ya da manken olarak görmeyelim. Çünkü çok konuşulmasa da o dönemde de bunu değiştiren kadınlar var.
Bir sonraki yazımda işte bu kadınlardan bahsedeceğim. Elinde dürbünü ile kamusal alandan, en mahrem halleriyle ev hayatından bize kendi dünyalarını açan kadınlar.
Yolu Londra’ya düşenler benim için Courtauld Galeri’ye bir uğrasın. Hemen yan odasında da kulağı bandajlı Van Gogh var ona da bir selam verirsiniz.
Bir sonraki randevuda görüşmek üzere!
Sevgiler,
Bade.
Giderayak Köşesi
Kitap sever insanlara diğer ülkelerde ne ad verilmiş. Seviyorum böyle şeyleri.
Marge Simpson’a benzeyen Antik Mısır çizimi mi?
OK kelimesi nereden çıktı?
Kaleminize sağlık. Doktorada Berger’ in görme biçimlerini okuduğumuz döneme gittim. Iyi oldu 💫 Benim de bu bağlamda en sevdiğim eser Las Mennias.
Teşekkürler bade .