Ara ara bana şehrimle aramdaki bağın zayıflamasının hüznü çöker. Sanki ben gençken birbirimize ayak uyduran iki kişiydik. Sonra onu kaybettim gibi. Başkalarının eline kaptırdım ya da sanki bir anda yabancılaşan iki arkadaşa dönüştük. Eskiden kendimi İstanbullu olmakta tanımlar, kimliğimin bir parçası yapardım. Aşıktım, çok hayrandım ona. Sanki bir insanmış gibi. Gidince özlenen bir yer değil de bir insan gibi. Lisemin İstiklal Caddesi’nde olmasının da bunlarda çok etkisi var. Orası bir özgürlük alanıydı benim için. Şimdi evimin çevresinden uzaklaşmak bile istemiyorum..
İstanbul benim için bir insan ama kadın mı erkek mi bilmiyorum. Aranızda şehirleri cinsiyetli algılayanlar var mı?
Geçen yazımda bahsetmiştim Yaratım Atölyesi isminde bir derse başladım. Kadının sanat dünyasındaki yeri, temsiliyet, farklı diller yaratmak, bildiğimiz sanat tarihinin dışında nasıl bir gerçeklik var gibi konulara odaklanıyorum. Sonra da o haftanın konusuna göre bir sanat pratiği yapıyoruz. Geçen haftanın konusu da Türk ressamlardı. Türk ressamlar tarihi, meselelerin kadın temsili üzerinden anlatıldığı bir tarih gibi zaten. Ama Güzel İstanbul heykelini görünce hem kadınlık, hem İstanbul hem kendimiz üzerine karmakarışık duygulara sürüklendim. Sonuç olarak buradayım.
Anlatacaklarım üzerimde çokça emeği olan, canım Ahu Antmen hocamın kitabındandır. Kendisi tez danışmanlarımdan biriydi. Bana eli değdiği için kendimi çok şanslı hissediyorum. Kitabı da buraya bıraktım alın aldırın inanılmaz bir kitap.
Şimdi anlatacağım olaylar Cumhuriyet’in 50. yılında gerçekleşiyor. Aradan geçen zamanda kaç arpa boyu yol alındığının hesabını size bırakıyorum.
Evvel zaman içinde kalbur saman içinde Chp ve Milli Selamet Partisinin bir koalisyonu varmııış. Bu iki parti daha yeni bir araya gelmişken Cumhuriyet’in 50. yılını kutlamak için bir sergi fikri ortaya atılmış. Başta 50 seneye 50 heykel denilmiş ama sonra ödenek çıkmamış ?? ve 20 eserde karar kılınmış. Sanatçılarla görüşülmüş, eskizler çizilmiş, peyzaj planları yapılmış, eserler komisyonlardan onaylarını almış. Bizim Güzel İstanbul isimli heykelimizin de Karaköy meydanına dikilmesine karar verilmiş. Gürdal Duyar tarafından yapılan bu eser başına geleceklerden habersiz tüm izinleri alındıktan sonra Karaköy meydanına yerleştirilmiş1.
Sonrasında olaylar başlıyor tabii. Önce basının dikkatini çekiyor heykel. “Müslüman Türk’ün ahlakını bozduğu” iddia ediliyor :) Sonra Necmettin Erbakan “adaba aykırı” olmasından dolayı heykelin kaldırılması konusunda bir hareket başlatıyor :) Ve çok hızlı bir şekilde bu mesele bir anda devlet meselesi haline geliyor.
İç İşleri Bakanı “Türk anasını hayasızca teşhir edici” olduğunu iddia ederek bu hareketi devam ettiriyor.
Türk anası mı?
O sırada Gürdal Duyar diyor ki bu bir kadın bile değil ben kadın imgesiyle İstanbul’u anlattım…
Döneminin valisinden belediye başkanına herkes kafayı heykele takıyor.
Erbakan “millet istese de ben bu heykeli tutarım diyen bir hükümet yerinde kalamaz” diyor. İşler iyice kızışıyor. Demokrasi tartışmalarına dönüyor. En sonunda İstanbul Cumhuriyet Savcılığı heykele soruşturma açıyor :) Heykel yerinden kaldırılıyor. Sonrasında söylenecek tüm sözlerin yerine şu görseli eklemek isterim:
Heykel kaldırıldıktan sonra kaidesine çıkıp poz veren erkeklerin gazetelerde yayınlanan fotoğrafı…
Bütün bunların içinde kadın nerede? Kadın gerçekten nerede?
Şimdi durumu kör göze parmak gibi özetleyeceğim: Bir erkek heykeltraş anlatmak istediği konuyu kadın bedeni imgesi üzerinden anlatıyor. Dönemin siyasetçileri vay sen anamıza bacımıza diyerek harekete geçiyor. Ortada ne ana ne bacı ne “kadın” var. Sadece bir güç gösterisi. Ortada İstanbul da yok. İstanbul da kadın imgesi de bir saha…ya da maşa. İstanbul’un geldiği noktayı düşününce sanırım baştaki soruma geri dönüp İstanbul’un da bir kadın olduğunu söyleyebilirim. Ama bu Duyar’ın gözünden bir kadın değil. Gerçeklerden kopuk, ihtiyaçları göz ardı edilen, sadece susturulan ve tahrip edilen. Nasıl kadınların kendi deneyimleri ve erkek gözünden kadın deneyimi arasında dağlar varsa yanı şey İstanbul ve güç sahipleri için de geçerli.
Peki bizim Güzel İstanbul heykeline ne oldu?
Basında çıkan demokrasi tartışmaları, destek için yapılan sergiler ve karikatürlerle heykel bir süre daha gündemi meşgul ediyor. O dönemde Burhan Felek demokratik ve serbest bir ülkede bir bakanın bir heykeli beğenmemesinin onun yerinden kalkma nedeni olamayacağını söyleyip “her işimizde bir inanç referandumu mu yapıyoruz” demiş2. Kaç arpa boyu yol aldığımızın hesabını size bırakmıştım hatırlarsanız…
Koalisyonun neredeyse sonunu getirecekti denilen bu heykel en sonunda Ecevit’in müdahalesiyle belediye şantiyesinden alınıp Yıldız Parkı’na götürülüyor. Önce baya paçavra gibi atmışlar (nasıl her harekette nefret devam ediyor). Sonra parkın en ücra köşelerinden birine yerleştiriyorlar.
Bitti mi sandınız..bitmedi :)
2017’de velilerin heykelin yakınlardaki bir oyun alanından çocuklar tarafından görülebildiği için (!!??) şikayet etmesi üzerine heykel çiçek fidanlarıyla sansürleniyor, gizleniyor. Sonra sosyal medyada tepki olunca fidanlar kaldırılıyor…
Güzel İstanbul hala daha Yıldız Parkı’nda. Yolunuz düşerse ziyaret edebilirsiniz :)
Bir sonraki randevuda görüşürüz!
Sevgiler
Bade
Bu arada şunu da eklemek isterim bu tarihlerde İstanbul Resim ve Heykel müzesinde nü eserlere yer veriliyor ve kamusal alanda da yaprak sansürü de olsa nü heykeller var.
Bu kısmı doğrudan Ahu Antmen’in kitabından aldım.
Giderayak Köşesi
Avrupa’da sokak hayvanları varken sokaklar nasıldı diye merak ederdim hep
Çizgi film arka planları…bayıldım
Yazarların yazma rutinleri. Çok seviyorum yaratıcı süreçleri okumayı
Heykelin bir köşeye öylece atılması beni bir kadına öyle davranılmış gibi rahatsız etti. Biz gerçekten bu erkeklerin kadın düşmanlığını hafife alıyoruz.
Erkoluk BİT ARTIK!