Melek Celal ile tanışmam 2024 yılına kısmetmiş. Bence bir çoğumuz için de böyle olacaktır. Biraz da bunu sorgulayacağımız bir randevuya hoşgeldiniz.
(kafamda ilk cümleden sonra bir jenerik müziği çalıyor keşke buraya ekleyebilsem)
Geçtiğimiz haftalarda Sabancı Müzesi’nde bir sanat terapisi etkinliğine katıldım. Açıkçası karşıma reklamı çıkana kadar da ne şu an hangi sergi olduğunu biliyordum ne de Melek Celal’in kim olduğunu. Etkinliğe sadece sanat terapisi etkinliği deneyimlemek için gittim. Sonuç: bana yine yepyeni kapılar açıldı.
Melek Celal ile böylesine bir etkinlik vasıtasıyla tanışmam da hemen bir bağ kurmama sebep oldu. Önce Melek’ten sonra da etkinlikten bahsedeceğim.
Melek ilk kadın ressamlarımızdan biri. 1896 yılında oldukça varlıklı ve köklü bir ailenin kızı olarak dünyaya geliyor. Dışarıdan oldukça avantajlı bir hayat olarak gözükse de anne ve babasını gençlik yıllarında kaybediyor. Çok kolay bir hayatı olduğunu söyleyemeyiz bu anlamda. Çocukluğu ve gençliği de çoğunlukla ananesi ve onun entelektüel çevresinde geçiriyor. Burada çok hoşuma giden bir nokta var. Melek’in ananesi Eşref hanım bir nevi Sungirl Club kurmuş. (Sungirl Club ne diyenler bir önceki yazıma tık tık) Melek hatıralarında Eşref hanımın önderliğinde sanatçı kadınların evde toplanıp saz eşliğinde şarkılar söyleyip şiirler okuduğundan bahsetmiş. Kadınların entelektüel alışveriş yapabildikleri, yaratıcı bir ev ortamı. Bayıldım! Melek de evlenince Moda’daki evleri Villa Wohl’da bu salon toplantılarını devam ettirmiş.
Melek’in resme başlaması da bu toplantıların biride Şair Nigar Hanım’ın ona “Kızım Melek, sen niye resim yapmıyorsun?” diye sorması ile başlıyor. Melek ise resme başlamasıyla ilgili şöyle demiş:
“Hayatta bana en büyük zevki verecek ve beni her zaman teselli edecek meşgalemi bulmuştum.”
Buradaki “teselli” ifadesi inanılmaz hoşuma gitti. Okuduğumda o kadar iyi anladım ki. İçimde bir yere dokundu. O kadar yerinde seçilmiş bir sözcük ki! Sizi teselli edecek, yoldaş olacak zevkleriniz var mı hayatta?
Biraz da sergiden bahsetmek isterim çünkü çok hoşuma giden iki detayı oldu. Sergiye girdiğiniz zaman Melek’in 15 yaşıdan beri topladığı kartpostallarla karşılaşıyorsunuz. Özellikle kartpostallara odaklanmaları aslında Melek’i genç bir kız olarak da tanımamıza yardımcı oluyor. O zamanlarda yaşayan bir genç kızın ilgi alanlarını, koleksiyoner ruhunu görüyoruz kartpostallar aracılığı ile. Bir çoğunda da ünlü tabloların olduğu bu kartpostallar genç Melek’in sanatla bağ kurmasına da yardımcı olmuş.
Kartpostallar 1900lü yılların başında aslında önemli bir sosyal ağ. Avrupaya gidemeyen insanların o dönemlerde dünyadan haberdar olmasını (bir nevi instagram?) sağladığını söyleyebiliriz. Melek de o dönemde Paris Salon sergilerini bu kartlar aracılığıyla takip etmiş aslında. Bu meseleyi biraz araştırdığımda Cumhuriyetin ilk kurulduğu zamanlarda Samsun’da kartpostal klübü kurulduğunu öğrendim :) Ocakta Strazburg dönüşü gezimizi bir kartpostala çevirmiştim onu da buraya bıraktım.
Bir diğer bahsetmek istediğim nokta da Melek’in ressam kişiliği dışında eleştirmen ve yazar olması. Yayınlarını da Türk kültürü ve el sanatları üzerine yapması. Bu kadar Avrupa ile iç içe olan birinin hat sanatı üzerine, kilim motifleri üzerine çalışması beni kendi düşünce yapımı sorgulamaya itti. Yani aslında şöyle: o kadar Batı odaklı olmaya alışmışım ki kendi kültürüme karşı bir körlüğüm var gibi. Batı sanatını ya da tarihini daha iyi biliyorum mesela. William Morris’in çiçek motiflerine hakimim ama kendi kültürümdeki motiflere küçümser bir yerden bakıyor gibiyim. Dedemin ablası Sanâyi-i Nefîse Mektebi mezunuyken ben neden bu yaşıma kadar bunu araştırmadım, neden Melek Celal ile 30 yaşımda tanıştım, neden kendi coğrafyamın sanatçılarını yeterince bilmiyorum? Bir süre bu sorular üzerine düşüneceğim.
Gelelim yazının başında bahsettiğim etkinliğe. Sergiye girdiğinizde Melek’in bir otoportresi sizi karşılıyor. Etkinliğimize bu portre üzerine konuşarak başladık. Bakışını, kıyafetini, seçtiği renkleri tartıştık. Sonrasında sergideki diğer portreler üzerine de konuştuk ve aslında herkes portrelerde kendinden bir parça gördü diyebilirim. Benim sıkılmış olduğunu düşündüğüm bir kadını bir başkası heyecanlı olarak yorumladı mesela. Sanat eserine bakarken ne kadar kendi çerçevemden baktığım konusunda aydınlatma yaşatan bir saat geçirdim. Sonraki bir saatte de kendi otoportrelerimizi yaptık. Bana hemen anlık bir performans kaygısı geldi tabii. Nasıl kendimi çizeceğim, kesin benzetemem, kasıntı olur, tutulup kalırım gibi stresler geldi. Sonra önümdeki pastel boyaları tek tek ellemeye başladım. Herhalde en son 10 yaşındayken pastel boya yapmış olabilirim. Hiç seçmediğim renkleri seçtim ve düşünmeden çizmeye başladım. Başta soluktu çizgilerim ama güvenim geldikçe koyulaştırdım.
Yaratıcılığımı dışarı vurmak istediğim, kendimi dinlemek istediğim bir dönemimdeyim ve tam da bunu anlatan bir resim çıktı ortaya. Kendimi çocuk gibi hissedebildiğim, sonuçta beynimle değil kalbimle düşündüğüm bir saat geçirmiş oldum. Seren İlkdoğan’ın yarattığı güven ortamı ve enerjisi de ayrıca çok iyi geldi. Portreler üzerine konuşmak, diğer insanların kendilerini algılayış biçimlerini görmek de çok keyifliydi. Seren’in hesabını da merak edenler için buraya bırakıyorum. Kesinlikle daha fazla etkinliğine katılmak istiyorum. Melek ile böylesi bir etkinlikte tanışmak da onu daha derinden düşünmeme, bakışlarını, gülüşlerini analiz etmeme sebep oldu. Cumhuriyetin ilk yıllarındaki kadınlardan daha çok ilham almamız gerektiğini düşünüyorum. Bunu hiç romantize eden bir yerden söylemiyorum. Bence o kadınları yeterince tanımıyoruz ve ne kadar güçlü olduklarını bilmiyoruz.
Melek Celal sergisi Sabancı Müzesi’nde 28 Nisan’a kadar devam ediyor. Daha anlatmadığım bir sürü detayı olan bu sanatçıyla tanışmak için son haftalar.
Bir sonraki randevumuzda görüşmek üzere.
Sevgiler,
Bade
Giderayak Köşesi
İşe yaramayan websiteleri mi? hadi.
Msn çocuklarının seveceği bir içerik.
Kayıp hayvan ilanları. Bu da sanattır.
Paylaşım için teşekkür ederim. Heyecanınız bitmesin .