Bu hafta sonu ilk kişisel sergim var. The Light Exists in Blue: Flowers for the Past.
Heyecanlıyım. Bir önceki yazımda kabımın pişmeye hazır olduğundan ve görünür olmaktan korkmamaktan bahsetmiştim. Bu sergi benim için bunları temsil ediyor sanırım. Size biraz sergi üretimimin arka planından konuşmak istedim.
Bu yazıda maviden, dedemden ve Emily Dickinson’dan bahsedeceğim. Başlayalım :)
Sergide cyanotype tekniği ile yaptığım işleri göreceksiniz. Biraz cyanotype ile olan ilişkimden bahsetmem gerektiğini düşünüyorum. Ben ilk görüşte aşık oldum bu yönteme. Kendimi iyileştirme sürecimde gittiğim ilk atölyeydi. Sungirl Club’ın da ilk etkinliğini yine cyanotype ile yapmıştım. Çiçekleri bu şekilde kayıt altına alıyor olabilmek beni çok büyüledi. Çiçekler ilk rengi ve kokusu cezbeder insanı ama bu yöntem ile birlikte doku ve şekiller üzerine odaklanmaya başladım. Böylece artık bir alışkanlık haline gelen çiçek toplama serüvenim başladı. Mahallem artık gözüme başka gözüküyor, yabani otların ne kadar güzel olduğunu keşfediyordum. Hiç olmadık yerden ne kadar farklı dokuda otlar olduğunu görünce her seferinden şaşırıyordum.
Sonra cyanotype kağıtlarımı yanımda taşımaya başladım. Dedemin bahçesinden topladığım çiçeklerden bir print yapıp anneme hediye ettim. Hüseyinlerin bağından asma yaprakları mavi sayfada yerini aldı. Stockholm’de bir elma bahçesinde kurduğum düzenekten inanılmaz desenler çıkardım. Çiçeklerle birlikte mekanları da kayıt altına almaya başladım. Şu anda her birine baktığımda o mekan ve yaptığım o an aklıma geliyor. Mekanın bir nevi fotoğrafını çekiyorum ama bunu oraya ait çiçeklerle, yapraklarla yapıyorum.
Peki o mavisine ne demeli? Bir süredir mavi renk üzerine okuyorum, yazıyorum. İçimdeki antropolog mavinin peşinden sahaya çıkmaya hazır. Onu apayrı bir yazıya bırakıyorum ama beni heyecanlandıran bir kaç bilgiden bahsetmek isterim. Biraz etimolojiye daldım yine. İngilizce’de “feeling blue” denir mesela. Mutsuz, hüzünlü hissetmeye. Eskiden insanlarda umutsuzluk ve moral bozukluğuna sebep olan iblisler olduğuna inanılırmış. Blue Devils/Mavi Şeytanlar denirmiş bu iblislere. Rivayete göre de “feeling blue” da oradan geliyor. Batı Afrika ülkelerinde ölüm ve yas törenlerinde indigo mavisi yaygın olarak kullanılırmış hatta yas tutanların giysileri çekilen acıyı belirtmek için indigo rengine boyanırmış. Blues müziği de tam olarak buradan geliyor. Amerika’da köle olarak çalışan Afrikalıların çalışırken söyledikleri ağıtlar, yas şarkılarına blues deniyor. Ben maviyi acı ve mutsuzluk ile özdeşleştirmiyorum. Sinestezisi olan biri olarak mavi benim için çok büyük bir doyum hissettiren, heyecan veren bir renk. Bir şeylerin başladığı o ilk anın rengi gibi.
Mavi ve çiçekler cepte. Şimdi sergiye geri dönelim.
Kendi yaratım sürecim hakkında yazdığım yazıda da bahsetmiştim. Ben kendi aile geçmişime çok meraklıyım. Ailede dedeme fiziksel olarak benzemeyen tek insan benim ama bence ortak çok yönümüz vardı. İkimizin de el becerisi, nalbur sevgisi, pratik zekası ve çizim yeteneği bizi birbirimize bağlardı. Çocukluğum dedemden ailesininin hikayelerini dinleyerek geçti. İnanılmaz bir hikaye anlatıcısıydı. Aynı olayları defalarca dinlesem de sıkılmazdım. Sergide de yüzlerini göreceksiniz: annesi Şefika hanım, ablaları Sabiha ve Münevver, kardeşi İsmet. Dedemin hikayeleri yüzünden hiç görmediğim o insanları hep tanıyor gibi hissettim. Her birini çok seviyorum çünkü dedem onları çok seviyordu. Sergi için yapacağım işlerde topladığım yabani çiçekler ile dedemden kalma fotoğraf filmlerini bir araya getirmek istedim. Yaptığım işlerde onlardan izler bulduğumda hem köklerimle hem de kendimle bağ kuruyor gibi hissediyorum. O güzelim mavinin üzerinde dedem ve ailesinin yüzlerinin belirdiğini gördüğümde oturup ağladım. Meğersem topladığım tüm çiçekler onlar içinmiş ve biz bir araya gelmişiz gibi hissettim.
Son olarak da sergi için seçtiğim başlıktan bahsetmek isterim. A Light Exists in Blue ile Emily Dickinson’ın A Light Exists in Spring şiirine atıfta bulunmak istedim. Kadın sanatçıların sanat yapma biçimleri ile ilgilendiğimi artık biliyorsunuzdur. Emily de beni bu konuda çok etkileyen sanatçılardan bir tanesi. Biraz kendimle de barışmamı sağlayan biri aslında. Bir süredir meselem kendi aklımın çalışma şekli. Bazen beni çok zorluyor bazen de nimetleri ile hayatıma devam ediyorum. Yaratıcı düşüncelerimi bir anda dürtüsel bir şekilde fırlatıp sonra anında yorulmam, eskizli ya da planlı asla çalışamamam, kafamın yoğunluğundan bir sürü şeyi unutup çok çabuk tükenmem…sen de böylesin sakin diyorum ama yoruluyorum. Düşüncelerimin hızına ve akışına yetişemediğim için bazen kitleniyorum. Bence Emily de tam olarak böyle bir insan. Bulduğu her yere şiirler yazarmış mesela. Çikolata kağıtlarına, zarflara, telgraf sayfalarına sayfalarına. Ama düşünün mesela sayfanın dört bir köşesinde de farklı dizeler. Hangisi ilk dize, hangisi onu takip ediyor belli değil. Hepsi tek bir şiir mi o da bilinmiyor. O yüzden kaç şiiri var net bir sayı yok. Yazıp silmiyor adeta vahiy gibi çıkıyor dizeler. Geldiği anda dürtüsel olarak yazıya döküyor. Çok nadir değiştirirmiş yazdıklarını. Her ne kadar dağınık ve spontan bir yaratım süreci gibi gözükse de Emily aslında yarattığı şeye dair kuralları, sınırları olan bir kadın. Şiirin ritmi Emily’nin elinde. Noktalarıyla, ünlemleriyle şiirin akustiğini belirliyor ve nasıl okumamız gerektiği konusunda bize adeta bir orkestra şefi gibi yönlendirmeler yapıyor. Alışılmışın dışında kullandığı noktalama işaretleri ile şiiri hem görsel bir esere dönüştürüyor hem de şiirin arkasında olduğunu bize hissettiriyor. İşte bu yüzden sanat yapma biçimi beni çok etkiliyor. İnanılmaz zeki bir kadın.
Son olarak da Emily ile ortak bir tutkumuz çiçek toplamak. Buraya arşivini bırakacağım. Hepsini özenle kurutup not aldığı defterini online olarak inceleyebiliyoruz. Çiçek toplamak için uzun yürüyüşlere çıkmayı çok severmiş. Şiirlerinde de hem topladığı çiçeklerden hem de hiç görmediği egzotik çiçeklerden sıkça bahsediyor. Özellikle yoncayı çok kullanıyor. O yüzden sergide de Emily’e ithafen bir tane yoncalı cyanotype var.
Bana bu fırsatı verip cyanotype eserlerime ev sahipliği yapan Emi İstanbul’a ve Mary’e buradan da teşekkür etmek isterim. Sergi 19 Ekim’e kadar Emi’de olacak. Dedemin ailesiyle mavi bir perdenin ardından tanışmanızı çok isterim. Bir şeylerin başladığı o kısa anın rengi demiştim ya ben işte tam böyle bir dönemimdeyim. Mavi dönemi :)
Sonraki randevularda görüşmek üzere!
Sevgiler
Bade
Mini düzeltme. Posterde ayı yanlış yazmışım. 28.09-19.10.2024 sergi tarihleri 💙
Teşekkürler.